Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

1 Kasım 2010 Pazartesi

Teslimiyet

Çocukken "Love is..." ile başlayan şıpsevdi'ler çiğneyen,yüzde doksan dokuzu "aşk" temalı şarkılarla büyüyen, neredeyse her masalda anlatılan efsanevi aşkları hayranlıkla dinleyen bir neslin aşka kayıtsız kalmasını bekleyemezdik herhalde.

Hakkında milyonlarca yorum yapılan-bu dahil-, bilimsel yöntemlerle açıklanmaya çalışılan, ağlatıp sızlatan,gülümseten, sonsuz filme konu olan, "kıskançlık" denen duyguyu en yoğun hissettiren, ister istemez kişiliğimizi bile belirleyen açıklanması zor bir his sahiden.

Bunları, birkaç yıl önceye kadar aşkın tanımını arayan,"ne aşık olucam yea" diye gezen birinin söylüyor olması da ironik tabii.

Hissettiğim şeyin aşk olduğunu kabullenmem bile sancılı bir dönemdi. Çünkü bana göre aşk; bir teslimiyet, savunmasız kalma, onun sana bilerek veya bilmeyerek hükmetmesi, onu kaybetmemek için kimi zaman "asla yapmam" dediğin şeyleri yapmak zorunda kalmak, bir süre sonra onsuz nefes dahi alamayacak kadar aciz bir duruma düşmek demekti.

Sahiplenmek sonra, aklının başkasında olabilme ihtimalini düşündüğünde bile boğazınızın düğümlenmesi.

Öyle "vahşice" bir sahiplenme ki; başkasının olmasındansa, ölmesini yeğlemek. Bu saçma sapan dünyaya bile onunla anlam yüklemek. Hayallerin hep onunladır, her gece birlikte uyursunuz sanki. Her sabah onu düşünerek uyanırsın.

"Teslim almıştır" işte ruhunu, bedenini.

Tek düşündüğü sen ol istersin, başkaları gözüne senden iyi gelmesin, sadece sana dokunsun, nefes alıp verişinden bile haberi olsun, seni önemsesin, hasta olduğunda yanına koşan ilk o olsun, iyiliğini en fazla o istesin...

Kimisi şanslı, öyle biri var hayatında. Kimi çok acı çekiyor. Kimi henüz bulamamış aradığını. Bazısı hala kabullenmiyor belki..

Tavsiyem şu ki; O'nu bulduysanız "ne olursa olsun" vazgeçmeyin. O yoksa kaybedecek pek de fazla şeyiniz yok demektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder