Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Ocak 2012 Pazartesi

Eurovision ve Can "Bono mo demek istediniz?"

Yıllardır Eurovision hakkında çok yazıldı, çizildi, konuşuldu. Kimi bu yarışmanın değerinin abartıldığını söyledi, kimi Türkiye'nin yarışmaya gönderdiği adayları beğenmedi, kimi siyasal bir oyundan ibaret gördü her şeyi, kimi ilgisiz kaldı...

Sonuç olarak Türkiye 1975 yılından beri -1979 istisnası hariç- istikrarla bu yarışmaya katılmayı sürdürdü. Fazla istatistik vererek sizi sıkmak istemiyorum ancak uygulanmaya başlanan televoting sistemi ve dil serbestliği ile 90'lardan sonra Türkiye daha iyi sonuçlar almaya başladı. Özellikle 1997 yılında zarifliği ve müziğiyle göz dolduran Şebnem Paker Avrupalılar'ın dikkatini çekmiş olacak ki, ilk 3.lük alınarak şeytanın bacağı kırılmış oldu. Daha sonra Sertab, Athena, Gülseren, Mor ve Ötesi, Hadise maceralarını ve Yüksek Sadakat hayal kırıklığını(!) falan biliyorsunuz zaten.

Bu yıllarda çocuk olan bendeniz(şarkıcı Bendeniz'den bahsetmiyorum tabii, onun yaşı var bayağı -gülüşmeler-) gerek müziğe olan ilgim, gerekse farklı kültürlere olan merakım dolayısıyla yarışmayı yakinen takip etmeye başladım. O gün bugündür yalnız Türkiye değil, tüm ülkelerin adayları ve katıldıkları parçaları uzun uzun araştırır, değerlendiririm. Yarışma sonuçları konusunda (uluslararası siyaseti de hesaba katarak) vurucu tahminler yaptığımı da söylemem gerekir.

Gelelim güncel konumuz olan Can Bonomo'ya...
Can Bonomo'yu Eurovision'a katılacagı belli olmadan önce gerek Number One fm'de yaptığı radyo programından, gerek sosyal medyadan, gerekse katıldığım festivallerden ötürü tanır; takip ederim.

Açık konuşmam gerekirse, populer olduğu dönemden itibaren genişleyen hayran kitlesinin "teenage" diye tabir ettiğimiz 13-15 yaşlarında kızcağızlarımızdan oluşması bende ister istemez bir önyargı oluşturdu. (Justin Bieber fanları gibi üzerime saldırmayın aman kızlar, abartmadığınız sürece çok itici bulmuyorum) Ama bu Can Bonomo'nun müziğini, stilini ve karakterini etkilemedi. Genç yaşına rağmen müzik ve diğer sanat dallarında Türkiye'deki birçok "sanatçı"dan daha birikimli ve basmakalıplıktan uzak olduğunu söylemek pek tabii mümkün.

Ayrıca müzikten sonra, Eurovision'da Türkiye'ye artı puan kazandıracak olan en önemli 2 şeye de sahip. Kendisi (her ne kadar "at suratlı" sataşmalarına maruz kalıp bunları olgunlukla karşılayarak espri anlayışının yerinde olduğunu bizlere göstermiş olsa da) oldukça hoş bir adam ve enerjisi inanılmaz iyi. Yani sempatik olmayı biliyor, etkileyici yönlerinin farkında ve bunları kullanmaktan çekinmeyecek kadar "cool".

Eurovision'un politik yönlerine, Can Bonomo'nun ırk/din özelliklerine girip saçma sapan ötekileştirici tespitlerde bulunmayacağım. Bunların avantaj/dezavantaj olması da umrumda değil. Keza bunlar içimizdeki yalnızca eğlenme arzusunu, yarışma heyecanını zedeleyen ahmakça eleştiriler.

Size bir önerim olacak;
Bu adam gencecik, kıpır kıpır, yetenekli bir müzisyen. Bırakın biraz da bu yönlerini konuşup motivasyonuna katkı sağlayalım. Henüz katılacağı şarkı belli olmasa da hislerim iyi bir şeyler çıkacağını söylüyor. Madem ki yarışma sizin için bu kadar önemli değil, gereksiz linçten de vazgeçin.

Sözlerimi Can Bonomo'nun Skytürk-Akustikhane performansı ile sonlandırmak istiyorum, bol
şans efendim!



10 Ocak 2012 Salı

Isyan

Yıllardır içten içe aklımı yiyen şeyleri artık frenleyemeyeceğim kadar yoğun hissediyorum.

Konu, “elit”, apolitik kesimin son zamanlardaki DUYARLI tavrı. Hemen yanlış anlaşılmasın; eğer bir yerde antidemokratik uygulamalar olduğunu düşünüyorsan, elbet sesini çıkaracaksın. Fakat sorun, birden bire adalet ve demokrasi tanrı(ça)sı kesilmeniz!

Kimse “haklı olduğunu düşündüğün davanın peşinden gitme” demiyor. Ama siz, sırça köşkünüzde Fransız hocalarınızdan piyano dersleri alıp yeni “boyfriend”inizi ailenizle tanıştırırken; başka çocuklar cezaevlerinde, gecekondularda, köylerde, arka mahallelerde haklarını canları pahasına savunuyordu.

Siz, yurtdışında bilmem kaç dil öğrenip burada caka satarken; burada birileri dilleri yüzünden katlediliyordu.

Haberiniz var mıydı Dersim’den, Newala Qesaba’dan, Maraş’tan, Sivas’tan? Hoşsohbetli, görkemli akşam yemeklerinizde bahsi geçti mi hiç? O akşamlarda, birileri diri diri yakılıp arka bahçelerde katlediliyordu.

Kimse size “basın özgürlüğünü savunma” demiyor. Nerede zulüm var, karşısındayız. Ama siz, okuldan arkadaşlarınızla Nişantaşı’nda yeni mekânlar keşfedip gece kulüplerinde sabahı ederken, bu ülkede gazeteciler sokak ortasında kurşuna diziliyordu. Ve siz, gazetelerin magazin eklerini bir pazar kahvaltısında keyifle okurken; bazıları o gazeteleri, kendi okuduğu gazeteyi kamufle etmek için satın alıyordu.

Nerelerdeydiniz?

Devlet çocukları bombalayıp kar altına gömdüğünde, kar tatili yapacağınız yerin planını yapmadınız mı? Biriniz çıkıp “vicdan”dan “adalet”ten söz etti mi? Tırnağınız kırılsa daha hüzünlü olurdunuz.

Cezaevleri kötü, belirsizlikler acı, özlemler zormuş değil mi? Kaç anne yıllardır çocuklarından haber alamadı, kaç kişi bir gece yarısı evlerinden alıp katledildi; umurunuz muydu?

Şimdi ne oldu? Paşa babalarınızın keyfi kaçınca mı geldi aklınıza demokrasi, özgürlük, hak, hukuk?! Kuyruğunuza mı basılması gerekiyordu dönüp ülke adına endişelenmeniz(!) için?

Benim canım yanıyor bu sahte duyarlılığa. Bu popülist özgürlükçü tavırlarınıza dayanamıyorum.

Adalet istiyorsunuz ha?

“Adalet” bu ülkenin yeni kaybettiği bir kavram değil. Önce onu idrak edin.