yapacak başka şey kalmadığında oturup bir şeyler karalamayı
samimiyetsizce bulsam da, bana en iyi gelecek şeyin yazmak olduğu gerçeğinden
bir türlü kaçamıyorum. sustuklarım içimde ergenlik çağına gelmiş bir çocuk gibi
büyüyüvermiş. ne kadardır sustum, nefesimi ne kadar zamandır tutuyorum, öldüm
mü, yaşadıklarım hayatımın hangi zaman diliminde geçiyor kestiremiyorum. bugün
yürüdüm, karanlık ıpıslak sokaklarda kulağımda tanıdık melodilerle uzun uzun
yürüdüm. neyin içinde kıvrandığımı, çıkış yolumu, “olması gereken” i çok
düşündüm. bir karara vardım mı söylemesi zor, belki de vardığım kararları
söylemesi zor. düşünmek de zor zanaat, ama hislerimi anlatacak uygun kelimeleri
bulamazsam aklımı kaçırırım. aklımızın yerinde olduğunu düşünür gibi. ya da
yeri neresiyse. haftalardır gerçek bir uyku çekmedim, hızla kilo kaybediyorum,
sanırım zannettiğim gibi yalnız mutsuzlukla ilgili bir durum değil bu,
şüphelenip üzerine gidemediğim ve yazmaya bile çekindiğim bir sağlık problemim
olduğunu iyiden iyiye düşünmeye başladım. göz altlarım mosmor, suratım çökmüş
ve iskeletim ufacık bedenimi bile kaldıramayacak kadar yorgun. kemiklerim
şiddetli biçimde ağrıyor, titriyorum, dengemi kaybediyorum ve daha birsürü şey.
hal böyleyken beynimin de sağlıklı çalışması beklenemez. halüsinasyonlar,
kabuslar, anılar, hayaller, saplantılı düşünceler yakamı bırakmıyor. rast
geldiğim ilk ‘revolver’ ile kendi kendimle rus ruleti oynayıp iştahla hem yenip
hem yenilebilirim. saat 02.10, benim için oldukça erken denebilecek ve uykuya
en az 4 saati olan bir zaman. 02.11. çırpındıkça batıyor muyum yoksa pes
edersem mi boğulurum? siz bana en iyisi bir filika yollayın.